Ahiret Günü 04

ÖLÜYÜ DEFNETTİKTEN SONRA MEZAR BAŞINDA BİR MÜDDET BEKLEMEK

 

Aziz kardeşim, şunu da bilmiş ol ki, ölü, defnedildikten sonra Nekir ve Munker meleklerinin sorularına cevap verirken bir müddet mezarı başında beklemek, onun için dua ve istiğfar etmek de sünnettir. Nitekim rivayetlere göre Sad b. Muaz (r.a.) öldüğü vakit, Resulü Ekrem (s.a.v.) cenaze merasimine katılmış, onu teşyi ediyor, orada parmak uçlarına basarak dolaşıyordu. Bunun sebebini kendisine sorduklarında:

 

“Yetmiş bin melek, bu cenaze merasimine katılmıştır.” buyurdu. Cenaze defnedildikten sonra Resulü Ekrem (s.a.v.):

 

“Ayrılmayın, kardeşiniz Sad şu anda meleklerin sorusu ile karşı karşıyadır. Onun için dua ve istiğfar ediniz.” buyurdular. Amr b. El-As, ölüm döşeğine yattığı vakit çocuklarına: ‘Oğullarım, bir deve boğazlanıp eti taksim edilinceye kadar mezarımdan ayrılmayın. Zira o esnada ben meleklerin soruları ile karşı karşıyayım. Siz başımda bulunursanız, sizinle ünsiyet ederim.’ diye vasiyette bulunmuştur. Buna göre de, ölü defnedildikten sonra bir müddet başında beklemek müstehaptır.

 

Yine bu müstehap cümlesindendir ki, oradakilerden birisi mezar başında durarak, ölünün hayatta iken konuştuğu ve anlayabileceği bir dil ile:

 

‘Ey filancanın oğlu filan, dünyada ne üzerine olduğunu hatırla ki o; Şehâdetiyle, öldükten sonra dirilmenin, kıyametin Cennet ve Cehennem’in hak olduğuna inanman idi. Sen dünya hayatında Allah’ı Rabb, Muhammed Aleyhi’s-selam-ı Peygamber kabul etmiş din olarak İslamiyet’i seçmiştin. Kuran-ı imam, Kâbeyi kıble ve müminleri kardeş kabul etmiştin.’ Bu anlattıklarımız, Taberani’nin rivayetidir.

 

Telkinde ölümün annesinin adını bilemezse ‘Ey Havva’nın oğlu’ diye seslenir. Resulü Ekrem (s.a.v.) ‘den böyle rivayet edilmiştir. Denildi ki: Bu şekilde telkin yapılınca, meleklerin biri diğerinin elinden tutar ve:

 

—Artık bizim soracağımız kalmadı. Fakat bu telkinin faydası varsa müminleredir. Kâfir ve münafıklara bir faydası yoktur. Çünkü onun dünyada imanı yoktu ki, öldükten sonra bu telkin kendisine fayda versin. ‘Değil öldükten sonra mezarda yapılan telkin, ölüm anında Ahiret keşfedildikten sonra yapılan imanın da faydası yoktur. Çünkü iman gaybedir. O anda gayb, ortadan kalkmıştır.’ Mümine ise dünyadaki imanını hatırlatmış olur. Çünkü adam bir yandan ölüm acısı, bir yandan mezar vahşeti ve bir yandan korkunç melekler karşısında şaşırmış olabilir. ‘Bu da hayattakilerin ölülere ses duyurabilmesine bağlıdır ki, bu hususta rivayetler kesin değildir. Bir rivayette ölülere bir şey duyurulamaz. Diğer rivayette ise, ruhlar duyar fakat bedenden ayrıldıkları için kendileri duyurma aletlerini kaybettiklerinden duyuramazlar.’

 

Gaybe nispetle kabrin durumu bu olmakla beraber, müşahede edip bilmediklerimize gelince, Kuran-ı Kerim’de:

 

“Sen (sade Kuran ile) vaaz et. Çünkü şüphesiz öğüt, müminlere fayda verir.” (Ez-Zâriyat 55)

 

“(Allah’tan) korkacak olan, öğüdü kabul eder. Pek bedbaht olan ise ondan kaçınır ki, O’ en büyük ateşe girecek.” (El-Ala 10–11)

 

Geçmişler, çok haris oldukları ve bin bir zahmetle yığdıkları hatta isyan yolu ile topladıkları servetlerinden mezarlarına bir şey getirmemişlerdir. Ancak bir kefen götürmüşler ve yaptıkları amelleri ile baş başa kalmışlardır. Buhari, Müslim ve Tirmizi’nin Enes b. Malik (r.a.) ‘den rivayetlerinde Resulü Ekrem (s.a.v.):

 

“Ölünün peşinden üç şey gider: Aile efradı, malı ve ameli. Bunlardan ikisi döner biri kalır. Çoluk çocuğu ile malı geri döner, ameli (kendisi ile) kalır.” buyurdu.

 

Hakikaten malı teneşir tahtasına kadar, aile efradı mezar başına kadar gider. Sonra ameli ile baş başa kalır. İyi ise mükâfatını alır, kötü ise cezasını çeker. Sonra vahşi karanlık ve dar olan mezarın lahdine o güzel yüzünü dayar ve toprak ile örterler. Çok geçmeden o güzel beden çürür ve kokmağa başlar. Gözleri yanaklarına akar. Etini kurtlar yer ve nihayet iskelet haline gelir. O güzellik kaybolur. Başta; burun, göz, kulak ve ağız delikleri kalır. Senden önce ölenler böyle olduğu gibi sen de böyle olacaksın. Nitekim Hâkim’in biri şöyle anlatır:

 

‘Dünyadaki hareketlerin ve toprağa defnedildikten sonraki durumunu düşün,

 

Düşün ki, mezara konduktan sonra kıyamet sabahına kadar oradasın,

 

Azaların birbirinden ayrılır, bedenini kaplayan cildin paramparça olur,

 

Şayet mezar seni örtmeseydi, dereleri ve dağları korkuturdun,

 

Topraktan yaratıldın, bir canlı olarak meydana çıktın, güzel konuşmayı öğrendin,

 

Tekrar toprağa döndün, sanki hiç topraktan çıkmamış gibi öldün,

 

Bu dünyayı üç talak ile boşa, ölmeden önce hazırlan ve tevbe et,

 

Sana öğüt veriyorum, sözümü dinle, doğru yolu sana herkes göstermez,

 

Biz ölmek için yaratıldık, şayet dünyada kalaydık, izdihamdan geniş yerler daralırdı,

 

Her sabah bize şöyle çağırırlar: Beslenen vücudunuz kurtlar içindir, inşaatınız harap olmak içindir.’

 

Rivayete göre her gün herkesin mezarı kendisine şöyle seslenir:

 

‘Ey filan, benim karanlık, yalnızlık ve vahşet yeri olduğumu, kurt ve böceklerle dolu bulunduğumu, dost ve ahbapları ayıran, çocukları öksüz bırakan bir mesken olduğumu biliyor musun? Neden hazırlanmazsın!’

 

 Aziz kardeşim, şurasını da iyi bil ki, ölüm ile beraber bütün sevgiler kesilir. Ancak Allah için olan sevgi kalır. Görmez misin, en kıymetli bir kimse olup ruhu bedeninden ayrıldıktan sonra nasıl bütün yakın ve dostları kendisinden uzaklaşır ve bir an önce onu mezarına koymağa çalışır. Sonra da hiç yokmuş gibi bir hale gelir. Hz. Ali (k.v.) Medine kabristanına uğramış ve selam verdikten sonra:

 

‘—Ey burada yatanlar, önce siz mi durumunuzdan haber verirsiniz yoksa ben mi durumumuzdan sizi haberdar edeyim?’ der. Bu sırada bir ses duyar. Bu ses, selamı iade eder ve:

 

—Önce sen bize haber ver, der. Hz. Ali (k.v.):

 

—Eşleriniz evlendi. Mallarınız bölündü. Çocuklarınız öksüzler arasına katıldı.

Apartmanlarınızı sevmediğiniz kimseler işgal etti. İşte buradaki durum, bundan ibarettir. Siz ne haldesiniz? Mezardan gelen bir ses şöyle cevap verir:

 

—Kefenler çürüdü. Saçlarımız dağıldı. Derilerimiz parçalandı. Gözlerimiz yanaklarımıza aktı. Burunlarımızdan cerahat çıktı. Burası için takdim ettiğimizi bulduk. Geride bıraktığımızın zararını çektik. Biz ise amellerimizin rehiniyiz.

 

Yine bunun gibi Malik b. Dinar; Bir gün ibret almak için kabristana uğradım ve orada şu beyitleri okudum:

 

Kabristana uğradım ve onlara sordum:

 

‘Nerede o haşmet ve azametler?

 

Nerede o saltanat, o izzet ve kudretler?

 

Nerede o, buyur efendim, emrindeyim demeler? Nerede o yaltaklanmalar?’

 

Tam bu sırada bana cevap veren bir ses:

 

Yalan yok, hepsi mahvoldu ve öldü gittiler.

 

Günler geldi geçti ve o güzellikler söndü gittiler,

 

Herkes amelini boynuna taktı: Ya Cennet, ya Cehennem,

 

Artık emrinde itaat olunan izzet sahibi Melik-i Kadir huzurunda toplandılar.

 

Ey geçmiş insanlardan soran, ne fayda geçmişten?

 

Aziz kardeşim, zaman geçince ölü mezarında toprak olur. Peygamber, şehidler ve Hamele-i Kuran’dan başka herkes çürür. Yalnız bunlar çürümez. Müezzinlerin de çürümediği söylenir. Bunlardan başka herkesin cesedi çürüyecek. Ancak kuyruk sokumlarında küçük bir miktar kalır ve kıyamet günü cisim, bunun üzerine kurulur. Ahmed, Müslim ve Tirmizi’den başka Sünen sahipleri Ebu Hureyre (r.a.)’den rivayetlerinde, Resulü Ekrem (s.a.v.):

 

“İnsanın her parçası çürür. Ancak kuyruk sokumu kalır ve insanlar kıyamet günü buradan tekerrüp eder.” buyurdu. Üzerinde dolaştığımız toprağın her zerresinde bir insan uzvu olduğuna şüphe yoktur. Şair diyor:

 

‘Elinden geldiği kadar yeryüzünde hafif yürü, çünkü yeryüzü senin gibi insan cisminden meydana gelmiştir.’

 

Kurtubi ‘Tezkire’ sinde şöyle bir hikâye anlatır:

 

İki kişi bir arazi üzerinde ‘senindir, benimdir’ diye münakaşa ediyorlardı. Yanlarında tuğladan bir duvar vardı. Duvardan bir tuğla seslendi: ‘Niçin münakaşa ediyorsunuz? Beni dinleyiniz. Ben de zamanında sizin gibi insan ve hatta bir hükümdardım. Uzun sene yaşadım, birçok atlara bindim ve uzun saltanat sürdüm. Şu kadar kadınla evlendim. Nihayet öldüm. Uzun sene toprakta kaldım. Sonunda tamamen çürüyüp toprak oldum. Bir çömlekçi geldi, toprağımı çömleğe elverişli buldu. Benden çanak çömlek yaptı. Bir zaman insanlar beni, yemek kabı olarak kullandılar. Nihayet kırıldım. Beni tekrar toprağa attılar. Yine çürüdüm toprak oldum. Bir zaman sonra tuğlacı geldi, toprağımı beğendi ve beni tuğla yaptı sattı ve şu anda bulunmaktayım. İşte sizin münakaşa ettiğiniz dünyalık bundan ibarettir. Benden ibret alın da münakaşayı bırakın. O ne büyük Allah’dır ki bizi topraktan yarattı, sonra toprağa verecek ve yine topraktan çıkaracaktır.’ Nitekim Kuran-ı Kerim’de:

 

“Sizi (aslınızı) ondan (topraktan) yarattık. Sizi (ölümünüzden sonra) yine ona döndüreceğiz. (Ba’s zamanında da) sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.” (Taha 55) buyrulmuştur.

 

Burada işaret etmek istediğimiz bir cihet de: ölüyü mazeretsiz olarak tabut ile mezara defnetmektir. Çünkü bu, fuzuli bir masraftır. Nihayet hepsi çürüyüp toprak olacaktır. O halde o tabuta yapılan masrafı, ölünün ruhu için bir fakire vermek çok daha sevaptır. Ve fakir için daha hayırlıdır. Bunun gibi, mezara ölünün eşyalarını koymak haramdır. Çünkü açık ve fuzuli bir israftır. Aynı zamanda bu, diğer milletleri taklittir.  Hâlbuki Müslüman olmayanları taklit etmekten men olunmuşuz. Biz onlara muhalefetle memuruz. Ancak, dinimize uyan hareketlerini, dinimize uyduğu için yaparız. Bunlardan daha önemlisi, ağır masraflarla kapalı, kubbeli ve işlemeli türbeler yapmaktır.

 

Buraya yapılan masrafları hayır müesseselerine vermek, çürümüş kemiklere bu masrafı yapmaktan çok daha makbuldür. Bu masraf, birkaç yönden haramdır:

 

1 – Boş ve faydasız yere malı israf; ne ölüye faydası var ne de diriye.

 

2 – Bu iş, ölünün defni için ayrılan bir yere haksız bir tasarruftur; helal değildir.

 

3 – İnsanlar bu kubbe altında yatan ölüye aldanır ve ondan bir şey istemeğe kalkışır. Hâlbuki onun durumunu Allah bilir.

 

4 – Bazı yerlerde bu türbeler birer fesat yuvası ve kötü işler merkezi haline gelir. İşte bu sebeplerden kubbeli türbe haramdır. Bunun gibi, üzerine tahta ile örtmek de haramdır. Müslim, Ebu Davud ve Tirmizi Ebul’l-Heyac el-Esedi (r.a.) ‘den rivayetlerinde diyor ki, Hz. Ali (r.a.) bana dedi ki:

 

‘—Resulullah’ın beni gönderdiği bir yere seni göndereceğim. Resulü Ekrem (s.a.v.) bana:’

 

“Git, ne kadar suretler bulursan hepsini kazıt yitir. Nerede yüksek mezar bulursan hepsini yık ve düzle.” buyurmuştu dedi. Yine Müslim ve Sünen sahiplerinin Cabir (r.a.) ‘den rivayetlerinde Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; Mezarların üzerinde harç ile inşaat yapmaktan üzerini kapatmaktan, mezar taşlarını yazmaktan, mezarların çiğnenmesinden men etmiştir. Ancak ölüm tarihi ve ölenin adı yazılabilir. Doğrusunu Allah bilir.

Bu yazı Genel içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın